Fikri Günay
15 Mart 2025, 20:46 | Ülke
Adı konulamayan ortamda, Kürt sorunu nasıl tartışılır? (Fikri Günay)
1 Ekim’de, Devlet Bahçeli’nin DEM Partisi grubunun elini sıkmasıyla başlayıp, 27 Ekim’de Abdullah Öcalan’ı meclise davet etmesiyle ivme kazanan Kürt sorununun ikinci kez çözüm olasılığının gündeme gelmesi, DEM heyetinin üçüncü kez İmralı ile görüşmesinden sonra, 27 Şubat’ta Öcalan’ın Demokrasi ve Toplumsal Barış, manifestosu Kürtçe ve Türkçe okunarak, barış sürecinin yoğun bir tartışma ile devam ettiğini görüyoruz.
DEM heyeti yenilenerek, tüm partilerle tekrar görüşmeye başlarken, gerek bireysel olarak, gerekse örgütlü olan toplumsal yapılar, Öcalan’ın ne demek istediğini yorumlamaya başladılar.
Zamanını verip, ne düşündüklerini yazan veya canlı olarak mikrofonlara ve videolar aracılığı ile kitlelere ulaşmaya çalışanlar, bazen olumlu, bazen olumsuz açıklamalarla hayli göz dolduruyorlar.
“Çoktan bu kararı almalıydılar, belki Türkiye egemen güçleri gerillayı tam olarak yenemedi ama 1984 Şemdinli-Eruh çıkışıyla başlayan silahlı mücadele, ‘Halk Savaşı Stratejisinin’, geçersiz olduğu bilinmiyor demek ki” diyerek, şu anda benim yaptığım gibi yapandan tutun da, “Nato’nun, ikinci büyük askeri gücüne sahip Türk ordusu varken hiçbir silahlı hareket başarılı olamaz” diyenlere kadar ahkam kesenler hiç eksik değil, Öcalan’ın, PKK’ye “Kongrenizi toplayıp, kendinizi feshedin” demesiyle ivme kazanan yeni barış süreci Türkiye gündemini belirlemeye devam ediyor.
Kişisel duruşuna göre, geçmişteki düşünceleri doğrultusunda bir hayli kişi tarafından olumlu olarak da değerlendiriliyor. Diyeceğim odur ki, bu süreci en rahat değerlendirenler bu arkadaşlardır. Çünkü pek sorumluluk duymuyorlar galiba.
Çoğu, Kürt Özgürlük hareketinden bir şekilde kopmuşlar ve ruhen hala bağlılıkları sürüyor ki, her gün en az bir kez düşüncelerini sanal medyada paylaşıyorlar ve okuyanlardan sürekli paylaşılmasını da istiyorlar.
Kişisel olarak sanal medyayı kullananlar, bu paylaşımlardaki yorumlarda, olumlu olanları olumlarken, olumsuz olanlara da “beğenmiyorsan okumazsın ve paylaşmazsın” diyerek sekter bir tavır koyuyorlar.
Görünüşte doğru bir tavır gibi görünse de, bireysel duruşlarını açıklamaya çalışan bu kişiler, yaptıkları tespitlerle, belki bireysel ilişkileri artacak ama en azından geçmişte beraber olduğu Özgürlük Hareketine belki bilmeden bir hayli zarar veriyorlar bana göre. Çünkü bilhassa Kürt özgürlük hareketine TC Devletinin kuruluş sürecinden başlayarak, milliyetçi ve şövenist yanı ağır basan hakaret dolu söylemler bir hayli mide bulandırıyor; artı, bireysel yazan kişiler de Türkler hakkında, tıpkı Türk milliyetçileri gibi hakaret içerikte sözcükler kullandıklarında, ortaya tam bir çirkin tablo çıkıyor. Örneğin; egemen ulustan olanlardan bir kısmı ‘Kürtlerin, ancak Türklere hizmet etmekten başka şansları yoktur‘ anlayışındayken, Kürt ulusundan olanların bir kısmı da; ‘siz zaten, baştan beri emperyalistlerin kölesi ve hizmetindesiniz‘ vb. söz düellosu sürüp gidiyor.
Burada şu notu da düşmeden süreci değerlendirmeye geçemeyeceğim; Türkiye demokrasi mücadelesinde -ki, bu süre çok uzun sayılmaz- bugüne değin, nicel ve nitel olarak var olmuş birçok hareket, grup veya partide de, aynı durum hala sürmektedir. Yani, içinde kişilik kazandığı oluşumdan bir şekilde kopan kişiler, hareketinin devam etmesi veya tamamen dağılması durumundan etkilenmeden, eski dostları ile ahlak sınırlarını aşan düşüncelerini etrafa duyurmaktan adeta haz duymaktadırlar. Örneğin, kısa bir süre önce, gerçekten de bana göre Türkiye devrimci hareketi tarihinde çok önemli bir yeri olan, 68 kuşağının deneyimini, eksikleriyle beraber en geniş bir şekilde 78 kuşağına aktaran bir hareketin hala sorumlu kabul edilen bir kişi, sosyal medyada bir paylaşım yaptı. Kürt sorunun ikinci kez tartışıldığı böyle bir dönemde, hemen hemen herkes tarafından reddedilen sol içi çatışmaya örnek gösterilen, Kürşat Timuroğlu’nun PKK tarafından yurt dışında öldürülmesini gündeme getirmek ne anlama gelmektedir? Kaldı ki, benim de lisede öğretmenim olan Kürşat’ın babası Vecihi Timuroğlu, olaydan kısa bir süre sonra araştırıp, bizzat kendisinin hazırlattığı bir video ile bu olayın MİT tarafından yaptırıldığı duyurulmuştu.
Ben o zaman Mersin cezaevindeydim ve üst düzey PKK sorumlularından aldığım bilgiler sayesinde, olayın provokasyon olduğunu biliyordum.
Bana göre, Türkiye demokrasi güçlerinin -buna Türkiye devrimci hareketi de denebilir- bugün TC Devleti’ne karşı, emperyalist sistemin genel ve sürekli bunalımından da etkilenerek, had safhaya varan yönetememe krizinden de yararlanarak ne yaptığına dair bir emare var mı?
Elli yıla yakın, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele eden bir örgütün kurucusu kabul edilen Abdullah Öcalan’ın manifestosu hala tartışılıyor ve görünüşe göre daha çok tartışılacak.
Gerçekten de 27 Şubat’tan beri söylenmedik olumlu veya olumsuz görüş kalmadı desem abartı olmaz.
DEM Parti heyeti tarafından, biraz da acele edilerek -ki, uzun zamandır devam eden tecritten dolayı, 2012-15 sürecinde bile engeller çıkartılırken- heyet bu kez uçakla götürüldü ve getirildi.
Ben kendi payıma buradan başlayıp, süreci değerlendirmeye çalışacağım.
Başkalarını bilmem ama devletin yönetim biçimini ifade etmeden yapılan tüm değerlendirmelerin eksik olduğunu düşünüyorum. Çünkü sorunu doğru tespit edip, sürecin adını doğru koymak bir yana, hiçbir sıfat vermeden nasıl çıkarımlar yapılabilir ki?
Öncelikle şunu vurgulamam gerekir; Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadele programı ve stratejisi başlangıçta ne idi ve şimdi; feshedilirken ne?
Ben ister istemez yarım asırdır mücadele eden, bilhassa Önder Abdullah Öcalan’ın söylediği gibi, “PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. Asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizmin ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur” diyerek, silahlı mücadeleye başlamalarının nedenini açıklamak zorunda kalması bile başlı başına sorun olarak görüyorum.
İlk temeli 1977-78’lerde atıldığı söylenen veya bilinen PKK’nin, o yıllarda Türkiye’de nasıl bir yönetim biçimi vardı?
En azından “burjuva demokrasisinin D’si var mıydı? Yoksa faşizm mi -çeşitleri boldu; tırmananı, gizlisi, süreklisi, parlamenteri vb.- vardı?
Öcalan, beklenen kararında, ortada dolaşan yığınla dedikodunun emaresinden bile bahsetmeyip, sanki devlet yetkililerini kendisi İmralı’ya çağırmış, ana hatlarda anlaşıp, devletten hiçbir talebi olmadan, DEM Partisi heyetinin gelmesini talep etmiş gibi.
Şu anda genel kanı, Öcalan ve Cumhur İttifakının iki sorumlusu ile görüşmelerde ne görüntüsü olan ne de adlarından söz edilen devlet yetkililerinden başka kimse bir şey bilmiyor gibi.
Bugünlerde üçüncü görüşmeye hazırlandıkları DEM Partisi heyeti de bir şey bilmiyorsa gerçekten de herkes “rol” yapıyor demektir.
Bu benim kanaatim. Yanılmayı tercih ederim.. Bekleyip göreceğiz.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yazarın Diğer Yazıları
- Demokrasi (Devrim) Güçleri Ne Yapmalı? -2- (Fikri Günay)
- DEMOKRASİ (Devrim) GÜÇLERİ NE YAPMALI? -1- (Fikri Günay) (Fikri Günay)
- CHP İLK DEFA ‘SOSYAL DEMOKRAT’ PARTİ GİBİ! (Fikri Günay)
- DEMOKRASİ (devrim) MÜCADELESİNDE FİGÜRAN OLMA(ma)K! (Fikri Günay)
- AKP, KAZANAMAYACAĞI SEÇİMİ YAPAR MI? (Fikri Günay)
