Atak Logo

Atak Menü

Mihrac Ural

Mihrac Ural

07 Temmuz 2024, 23:21 | Ülke

HATAY DAVASI VE 5 TEMMUZ 1938 (Mihrac Ural)

      İşgalci ordunun başında Albay Şükrü Kanadlı

 

 

Önsöz

 

Deprem Liva İskenderun ve Antakya’yı yıktı. Ancak bu yıkım taşlara, betonlara oldu. Bunun ötesine olmadı. Tarihte benzer yıkımları çok oldu. Ancak bu toprakların iradesi hiç yıkılmadı. Liva İskenderun ve Antakya’nın (Hatay) Fransızlar ve Türkiye’nin gaspçı iradesiyle ilhak edilişi hiç unutulmadı. Deprem öncesi ve sonrası bu gaspçı irade Hataylıların günceli olmaya devam ediyor.

 

Hatay’ı askeri güçle, 5 Temmuz 1938’de emperyalist mandacı Fransa’nın icazeti, 2500 askeriyle kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında işgal başladı. İşgal kararı, Hatay halkı tarafından alınmadı. Bu karar Fransa ve Türkiye’nin gayrimeşru kararıydı.

 

23 Haziran 1939 Deklarasyonuyla da ilhak ettiler. Bu girişimlerin tümü uluslararası kanunlara aykırı ve gayri meşru idi. Bu gerçeği dün olduğu gibi bugün de, ilgili tüm Türk devlet adamları bilmektedir ve bir gün Suriye’nin Uluslararası Adalet Divanı’na yapacağı bir şikayetle bu gayri meşru süreci sona erdirebileceği uyarısını işlemektedirler. (Bkz. İsmail Soysal BELLETEN). Zamanın BM’si olan Cemiyeti Akvam da TBMM’nin sunduğu “Hatay’ı ilhak Kararı”nı, iç tüzük 18. Madde hükmü gereği ve 1920 San Remo Mandeterlik anlaşması 4. Madde gereği onay listesine almamıştır, yani bu ikili deklarasyonu (23 Haziran 1939 Fransız-Türk deklarasyonunu) uluslararası hukuka aykırı görüp, gayri meşru olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. O gün bugün Liva İskenderun (Hatay) davası gayri meşru işgal ve ilhak altında inlemeye devam etmektedir. Hatay’ın anavatanı Suriye’dir, ezelden beri böyle idi böyle kalacaktır.

 

Bu davanın çözümüne gelince… acelemiz yok. Sabırla kahırla tarihin gerçeklerini ve haklı davaların taleplerini anlatacağız. Arkasında halkın durduğu hiçbir davası hiçbir güç tarihten silemez. Biz de haklı davamızın arkasında durmaya devam edeceğiz. Aradan 80 küsur yıl geçti Liva İskenderun davasının sesi adım adım ilerlemekten bir an bile geri kalmadı. Eli kanlı diktatör Erdoğan’ın Suriye politikasıyla ortaya çıkan gaspçı yayılmacı Yeni Osmanlıcı hayalleri, Suriye halkını kanlı kıyımdan geçirdikçe Hatay halkı anavatan sevgisine yeniden artan oranda kavuştu. Tarihi gerçekler yanı sıra ulusal bağlarıyla dil birliğiyle gelenek görenekleriyle anavatan Suriye müdafaası bir ahlak, bir vicdan, bir hak savunusu halini aldı. Buna onurlu Türk halkı da etkin biçimde katıldı. Eli kanlı diktatör Erdoğan’a oy verenler bile “Suriye’de işimiz ne?” diyerek tutum ortaya koydu. Şimdi diktatörlük son günlerini yaşıyor seçimlerle gitmezse kanlı olaylara yol açarak ama hezimetle sonuçlanan kirli girişimleri hezimete uğrayacaktır. Bu ise bölgenin tüm halkları için en hayırlısı olacaktır. Hatay davası, işte bu gerginlikler ve çözülmeler sürecinde halkının isteği doğrultusunda kendi çözümüne kavuşacaktır.

 

Biz kararlı irademizle bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bu bayrağı gelecek kuşaklara taşıyacağız ama yorulmayacağız bıkmayacak teslim olmayacağız. Yeni Osmanlıcı yayılmacılıkla tüm komşularını hatta Libya’yı kana bulayan bu serseri talancı yayıldığı alanlarda erirken hezimet içinde kendi halkına ve ülkesine kara bir leke sürmüş olacaktır. Osmanlıya ne olduysa yeni Osmanlı da aynı akıbeti yaşayacaktır. Anadolu’nun üzerine çöken bu ruh hastası serseri maceracı güruh, yerli halkların uygar gücüyle yere serilecektir. Bu noktada uygarlığının gücü güç uygarlıklarını nasıl da hezimete uğrattığına tanık olacağız.

 

Hatay davası işte bu denklemlerin davasıdır. Sonucu şimdiden görüyoruz. Türkleşmiş onursuz Araplara müjdemiz de budur. Onurlu hak ve vicdan sahibi Türk kardeşlerimizle omuz omuza bu toprakları despotlardan kurtararak Türk halkına barış ve sevgi müjdesini sunacağız.

 

Hatay’ı bin bir oyun, Fransızlarla bin bir pazarlık sonucu ilhak ettiler. İki seçim oldu ikisini de Suriyeli olma bilinci kazandı. Ama geldiler ordularıyla halkın bağımsız iradesini ve sonuçlarını ayaklar altına alıp seçimleri yok saydılar ve atama yaptılar. 5 Temmuz bu yıkımın bu ilhakın asker botlarıyla ezildiği gündür. 2500 askeriyle kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında Hatay’a ayak basan işgalciler, 23 Haziran 1939 Fransız-Türk deklarasyonuyla ilhaka yöneldiler. Bu, 1920 San Remo Mandaterlik anlaşmasının 4. Maddesine aykırıydı.

 

Madde 4: aynıyla ““Mandater, Suriye ve Lübnan topraklarının tümünü ya da bir bölümünü veremez ya da kiralayamaz, ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakamaz” diyen hükmü çiğnenmişti. Fransızlar II. Dünya savaşı hazırlıkları çerçevesindeki telaşlarıyla gayri meşru bir deklarasyonu Türkiye hükümetiyle bağlamış ve Hatay’ı ilhak etmişti. Türk hükümeti telaşla bu deklarasyonu TBMM’den geçirerek zamanın BM’si olan Cemiyeti Akvam’a (Milletler Cemiyeti) onaylanması için göndermişti. Ama Milletler cemiyeti bu ikili anlaşmayı mandaterlik anlaşması San Remo’nun 4. Maddesine aykırı bularak onaylamayı reddetmişti.

 

Böylece 1939’dan bu yana uluslararası anlaşmalar gereği Hatay ilhakı gayri meşru olmaya devam etmektedir. O gün bugün bu durum sürmekte ve Hatay halkının bağımsız iradesi ayaklar altına alınmaktadır. Bugün olmazsa da yarın bu toprakların Suriyeli evlatları ilhaka karşı davalarını bir biçimde kazanarak bu toprakların kimliği ve siyasal iradesini yeniden şekillendirecektir. Ünlü atasözümüzün dediği gibi arkasında halkın durduğu bir davayı hiçbir güç yenilgiye uğratamaz.

 

Sen yeter ki bugünü unutma… Hatay gençliğine emanet ettiğim bu algı ve duruş özgürlüğümüzün ve ilhaktan kurtuluşumuzun teminatıdır.

 

HATAY DAVASI 5 TEMMUZ 1938

 

 

 

 

 

Bugünün önemi her geçen gün daha da artıyor. Özellikle Suriye olaylarıyla çok açık hale gelen kimlik algımız bu toprağın yerli halkı olarak üzerimize hükümranlık kuranlardan çok önce biz Suriyeliyiz Arap’ız. Bu kimlik dokumuzu yok etmek için çırpınıp duran Osmanlı’dan bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm ırkçı faşist milliyetçi asimilasyoncu iktidarlara meydan okuyarak koruduk. Bundan sonra da korumaya ve kimlik haklarımızı sonuna kadar alma mücadelesi vererek halkımızın kendi kaderini kendisinin belirlemesini sağlayacağız. Bunu için ne türden fedakarlık gerekirse onu bu halkın evlatları vermekten çekinmeyecektir.

 

5 Temmuz 1938 Hatay’ın askeri işgal günüdür. Bugün 2500 askeriyle kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında işgal başladı. İşgal kararı Hatay halkı tarafından alınmadı. Bu karar Fransa ve Türkiye’nin gayrimeşru kararıydı. Kimse bizi aldatmasın, işgalci güçlerin asimilasyon ve propaganda fotolarına da inandırmasın. Hatay halkının iradesi askeri botlar altında ezilerek Hatay işgal edilmiştir. Bu işgale karşı da Hatay halkı tüm barışçıl yollara baş vurarak uygar bir halkın demokrasi ve özgürlük arayışını yaparak karşı çıkmıştır. Bunu bilmeyen bugünün genç kuşakları gerçekleri adım adım bizden ve gerçekleri savunan aydınlardan öğrenecektir. Bu direnişi sadece Liva İskenderun Antakya ve havalisi Arap halkı yapmadı, bu kentte yaşayan tüm etnik dokularla birlikte omuz omuza ilhaka karşı irade beyan edildi.

 

Kimi Türkleşmiş Arapların, TC’ci cahillerin anlatımlarının aksine bu halk hiçbir zaman ilhakı onaylamadı, ona karşı bugüne kadar süren kendi dilini ve kültürünü bir biçimde koruma mücadelesiyle ve Suriye anavatanına bağlılığıyla gösterdi. Son Suriye olaylarında tek vücut olarak Arap halkının takındığı tutum bunun tecellisidir. Bu iradeyi Gezi direnişinin Antakya boyutundaki derinleşmede görmemek siyasal cehaletten başka bir şey değildir. Bunu belgelerle kanıtlarla da her yeni yazımda ortaya tekrardan koyacağım.

 

Şimdi bu işgalin bu ilhakın gayri meşruluğunu Türk diplomatlarının diliyle verdikleri kanıt ve belgelerle sunma zamanıdır:

 

Türkiye Cumhuriyeti, Hatay’ı uluslararası hukuka aykırı olarak ilhak ettiği gerçeğini o günün Birleşmiş Milletleri olan Cemiyeti Akvam, Fransa ile Türkiye arasında Hatay’ın ilhakına olanak tanıyan, 23 Haziran 1939 Türk Fransız ortak demeci’ni (Dêclaration Comun), kütüğe geçirmemekle, bu anlaşmayı tanımadığını ve uluslararası bir geçerliliğinin olmadığını ilan ettiği unutulmamalıdır. Türk Devleti bu gerçeği çok iyi bilir ve bunun için susmayı, başka şeyleri karıştırmamanın en olumlu yolu olarak görür.

 

Olayları ciddi bir araştırmayla, tarafsızca sergilediğinde görülecek olan gerçekler, I. dünya savaşı ardından, galip devletlerin Ortadoğu’yu, 16 Mayıs 1916’da Seykes-Picot Anlaşması, Kasım 1917’de ilan edilen Balfour Bildirgesi ve Milletler Cemiyeti Yasası’nın 22. Maddesiyle öngörülen ve 28 Haziran 1919’da kurulan “Mandat” sistemi gereğince, Fransızlarla İngilizler arasında, iki bölgeye bölünüp (Fransızlar’a, Suriye, Kilikya ve Lübnan A bölgesi ve İngilizlere Filistin, Ürdün ve Irak B bölgesi olarak) 18-26 Nisan 1920 San Remo Anlaşmasıyla karara bağlanan manda altına almasıyla başlar. Bu başlangıç, bölgemizde bugüne kadar süren, bitip tükenmeyen sorunların, kapanmamış dosyaların da başlangıcıdır. Bölgemiz manda altına, manda yasalarıyla girmiş, ancak emperyalist çıkarlar, hiçbir hukuk kuralına bağlı olmaksızın manda altına alınan ülke toprakları üzerinde insanlığa ve kaynaklara karşı insafsızca, pervasızca ve zalimce davranarak tasarruflarda bulunmuştur.

 

“Birincisi;1922 Manda yasası (Suriye’nin Fransız mandası altına alındığı Milletler Cemiyeti’nce onaylanmış olan yasa 1920) 4. madde hükmü gereğince, “Mandater, Suriye ve Lübnan topraklarının tümü ya da bir bölümünü veremez ya da kiralayamaz ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakamaz”. Bu açıdan Mandater Fransa, Türkiye’nin Hatay için ısrarla istediği özerk ya da bağımsız yapı uluslararası anlaşmalara aykırı görülerek şiddetle reddedilmiştir. Lozan anlaşması gereğince belirlenmiş olan Türkiye Suriye sınırında ısrar edilmiştir ki, bu anlaşma bugün de tek geçerli uluslararası anlaşma olarak Türkiye’nin sınırlarını belirlemiştir. (Aktaran. Emekli Büyükelçi İsmail Soysal, Türk Tarih Kurumunca verilen konferans, ‘Hatay sorunu ve Türk-Fransız siyasal ilişkileri s: 102. Ayrıca, Türk Tarih Kurumu üç aylık yayını BELLETEN cilt:XLVII, sayı.188, ekim 1983, sayfa:987-8)

 

Bilmeyenler bu noktada da önemli yanılgılar içindedir. Türkiye Cumhuriyetinin en kutsal anlaşması sayılan Lozan Anlaşmasında Hatay Türkiye sınırları içinde değildir. 24 Temmuz 1924’te imzalanan Lozan Anlaşması’nın onayladığı ve Kesim I’de 3. Madde olarak yer alan, “ Suriye ile, 20 Ekim 1921 tarihli Türk-Fransız itilafnamesinin 8. Maddesinde açıklanan ve belirlenen sınır; İskenderun Körfezi üzerinden Payas mevkiinin hemen güneyinde olmak üzere seçilecek bir noktadan başlayacak ve yakınından meydanı Ekbez’e doğru gidecektir” demektedir. Uluslararası onay almış bu anlaşmaya göre Hatay Suriye’ye ait olduğu tespit edilmiştir. (Bkz. Lozan Anlaşması, ya da Türkiye Cumhuriyetinin Uluslararası Temelleri, Derleyen, TC. Lefkoşe Büyükelçi Müsteşarı Reha Parla. s:2) Bu ayrıca, 30 Mayıs 1926 Sözleşmesi, 22 Haziran 1929 sınırına ilişkin Protokol ile ve 3 Mayıs 1930 Son Protokol ile saptanmış sınırdır. (İsmail Soysal, adı geçen konferans s;102)

 

Bu hukuksuz anlaşma (23 Haziran 1939 ilhak anlaşması) ve eklerinin, 30 Haziran 1939 günü 3658 sayılı bir yasayla TBMM’ce onaylanması ve genel sekreterliğe iletilmiş olmasına rağmen, Milletler Cemiyeti (MC) 18. Madde gereğince Kütüğe geçirilmiş olması gerekirken ki, uluslararası bir onay görmesi için bu zorunludur, reddedilmiş ve kütüğe geçirilmemiştir. Bu gerçeğin ne anlama geldiğini çok iyi bilen Türkiye hariciyesi bugün dahi pür telaş bu açığın kaygısını taşımaya devam etmekte, “nedenlerinin araştırılması gerekir” diyerek bunu dile getirmektedirler. Bundan da anlaşılması gereken şey, Hatay davası hukuki planda dahi çözülmemiş, sosyal ve ulusal alanda ise hiçbir geçerliliği olmamış bir sorun olarak gündemde durmaktadır. (Bkz. Adı geçen konferans s:102)” (Alıntıların tümü 7. ORDU VE HATAY DAVASI Mihrac Ural, s: 5)

 

29 Kasım 1937 tarihiyle birlikte liva İskenderun ve Antakya civarının “Ayrı Varlık” olarak yeni bir statüye sürüklenmesiyle başlayan senaryo 5 Temmuz 1938 askeri işgaliyle doruğuna ulaşmış, 23 Haziran 1939 Fransız-Türk deklarasyonuyla da zamanın BM’si olan Cemiyeti Akvam kurallarına mandaterlik anlaşmasına ve uluslararası onay alamama durumuna düşülerek gayri meşru şekilde korumacı devlet olarak (Mandater) Fransa Suriye’den kopardığı toprağı başka devlete sunmuştur.

 

Sonuç olarak 23 Haziran 1939 Fransız -Türk deklarasyonu ile gerçekleştirilen Hatay’ın ilhakı hokkabazlığı gayri meşru idi ve gayri meşru olmaya da devam etmektedir. Bunu sağlayan da 5 Temmuz 1938 askeri işgaldir.

 

Bugünü onurlu hiçbir insan unutmasın. Erdemliler hazır olun, bu halkın haklarını alacağız. Direnecek ve bu uğurda bedel ödeyeceğiz. Bölücülük değil birlikte eşitler olarak yaşamak için bu özgürlük ve demokrasi talebimizi ikame edeceğiz.

5 Temmuz 2010 tarihli makalemi bu münasebetle sizlerle yeniden paylaşıyorum.

 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!